Buayet ve hadîslerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlâkî adaleti kapsamaktadır. Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, muhakemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslâm devletinde uygulanan ekonomik prensiplere göre mülk Allah'ındır.
Öyleyseadaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. Maide Suresi, 8. ayet: Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın.
Kuran’da adalet kavramı ( ‘adl kelimesi) bir kişiyle birden fazla kişi, mesela yöneticiyle toplum arasındaki münasebetlerde adil olmak manasında kullanılıyor. (Aşağıdaki Nisa 4/3 ayetinde her iki kelimenin kullanılışı bu durumu çarpıcı bir şekilde gösteriyor). Ayrıca ‘adl
Ayetlerde, Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in evla olanın tersine davranması ile ilgili olarak gelen itab ayetleridir. Yoksa ayetler ne daha önceden olmayan hükümleri teşri ediyor, ne herhangi bir ictihadı tashih ediyor/düzeltiyor, ne de Resulün yaptığı hatalı bir ictihadın hükmüne muhalif olan bir başka hükmü teşri
Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."
wkJe.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. Adalet anlayışı, barış, huzur ve saadetin olmazsa olmazıdır. Türkçe’ye Arapçadan geçmiş olan “adalet” sözcüğü; eşit ve adil olmak, hak yememek, insanlar arasında ayırım gözetmemek, adaleti gözetmek, zulmetmemek, dengelemek, denk görmek ve denk tutmak gibi anlamlara gelmektedir. İslâm’ın yüce ahlakı olarak yorumlanan adalet, herkesin hakkının milimi milimine yerine getirilmesidir. Buna göre hiçbir insanın hakkının zarar görmemesi gerekir. Adalet genel bir kavramdır, her konudaki denge, düzen ve dürüstlüğü kapsar. Allah’ın emrettiği adalet, her şeyi yerli yerine getirmek, her hususta ölçülü davranmak ve herkesin hakkına riayet etmek demektir. Felsefecilere göre adalet, haksızlık etmek ve haksızlığa uğramanın ortası olan en önemli ahlaktır. Buna göre, sosyal hayatta başkalarına haksızlık yapmamak ve başkalarının haksızlığına da maruz kalmamak gerekir. Adalet erdeminin / ahlakının toplumsal anlamı, toplumda herkesin kendi işini yapması, başkasının malını yememesi ve kendi malından olmamasıdır. Adalet kelimesi, aynı anlama işaret eden eş anlamları ile beraber türevleri ile birlikte Kur’ân’da yüzden fazla yerde geçmektedir. Dünyanın her yerinde imamlar, cuma günlerinde cuma namazından sonra Kur’ân’dan bir ayeti okuyarak hutbeyi bitirmektedirler. Bu ayetin Türkçe meali şöyledir “Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardımı emreder; ahlaksızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar; ders alasınız diye size öğüt verir.”Nahl 16/90. Bu ayette, bir nevi insan haklarının özeti anlatılmaktadır. Müslümanlar arasında en çok bu ayet okunmaktadır. Maalesef Müslümanların en çok uzak yaşadıkları ayet de bu ayettir. Mekke’nin fethedildiği gün, Hz. Muhammed Mekke’ye girmiş fakat Kâbe’nin anahtarını yanında taşıyan Osman b. Talha b. Abduddar, Kâbe’nin kapısını kilitlemiş ve anahtarı Hz. Muhammed’e vermek istememişti. Daha sonra da “Resulullah olduğunu bilseydim menetmezdim,” demişti. Hz. Ali o zaman Osman’ı arayıp bulmuş, anahtarı vermek istemeyince kolunu tutarak bükmüş ve anahtarı ondan zorla almıştır. Ardından Kâbe’nin kapısını açmış ve Hz. Muhammed içeriye girip iki rekât namaz kılmıştır. Hz. Muhammed Kâbe’nin içinden dışarı çıktığı zaman, amcası Hz. Abbas, anahtarın kendisine verilmesini, daha önce yapmakta olduğu zemzem suyunu dağıtma ile Kâbe’nin anahtarını taşıma görevlerinin kendisinde toplanmasını istemiştir. Bunun üzerine şu anlamdaki ayet nazil olmuş “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Nisa 4/58 Ardından Hz. Muhammed Hz. Ali’ye, anahtarı Osman’a iade etmesini ve kendisinden özür dilemesini emretmiştir. Hz. Ali de anahtarı götürüp özür dileyince Osman, “Zorlayıp eziyet ettin, sonra da gelip tamire çalışıyorsun,” demiş. Hz. Ali de “Allah senin hakkında ayet indirdi,” demiş ve bu ayeti okumuştur. Bunun üzerine Osman şahadet kelimesini okuyarak Müslüman olmuştur. Bu ayetin nazil olması ile Kâbe’nin anahtarını taşıma görevinin ebedi olarak Osman evladında kalması, Allah’ın emrine dayanmaktadır. Sonra Osman, Kâbe’nin anahtarını kardeşi Şeybe’ye vermiş ve Mekke’den hicret etmiştir. Bugün dahi Kâbe’nin anahtarı Şeybe’nin torunlarında bulunmaktadır. Kur’ân’ın başka bir yerinde Yüce Allah, kin ve nefret halinde dahi adaletten ayrılmama konusunda uyarıda bulunmaktadır “Ey inananlar! Allah için hakkı ayakta tutan kimseler, adaletle şahitlik edenler olun! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya / dürüstlüğe daha yakındır.” Maide 5/8. Kur’ân’ın daha pek çok yerinde adaletten ayrılmama hususunda uyarılar bulunmaktadır. Felsefe, akıl, mantık, ahlak ve vicdan, insanları her konuda adaletle hareket etme konusunda uyarmaktadır. İnsanlar arasında ayırımda bulunmak, bazı kişileri ötekileştirmek ve benzeri yollarla adalet çizgisinin dışına çıkmak, bütün bu duygular tarafından tasvip edilmemektedir. Buna göre bugünkü İslâm âleminin haline baktığımız zaman, kendi aralarında adaletle hareket etmediklerinden dolayı, birbirlerine düşman olmuşlar. Birbirlerinin boynunu vurmakta ve birbirlerinin kanını akıtmaktadırlar. En acı olanı, Müslüman geçinen kardeşinin zulmünden kaçan Müslüman, Müslüman olmayan milletlere sığınmak istemekte, onların sınır kapılarında perişan olmakta ve denizlerde boğulmaktadır. Allah, adaletle hareket eden inançlı kullarını bu hale düşürmez. Bugün için bir buçuk milyar nüfusa sahip olan İslâm âlemi, üç dört milyon nüfuslu İsrail’in karşısında perişan durumdadır. Bu perişanlık, onların kendi aralarında insanların tabiî hakları konusunda hak ve adalete riayet etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın emrettiği, akıl ve mantığın gerekli gördüğü adalet ilkelerine uygun hareket etmeyenleri Müslüman olarak değerlendirmek, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Önce kendimizi düzeltmemiz, aile içerisinde, çevremizde ve tüm insanların tabiî hakları konusunda adaletle hareket etmemiz gerekir. Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak ne demektir? Kur’an-ı Kerim’i anlamak, kavramak, hissedip duyabilmek ve esrarına vakıf olabilmenin yolu...Mevlnana Hazretleri Mesnevi’de buyuyrur ki “Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin hâl ve evsâfıdır. Okuyup tatbik edersen, kendini peygamberler ile, velilerle görüşmüş farzet!” “Kur’ân okuduğun hâlde, onun emirlerine uymaz ve Kur’ân ahlâkını yaşamaz isen, peygamberleri ve velîleri görmenin sana ne faydası olur?” “Peygamber kıssalarını hakkıyla okudukça, ten kafesi, can kuşuna dar gelmeye başlar.” 1516-1518 Kur’ân-ı Kerîm, insanları hidâyete erdirerek, onlara dünyâ ve âhıret saâdetini kazandırmak üzere gönderilmiştir. O, bu maksadı sağlamak için, irşâdını, farklı üslûp ve beyânlarla birçok mevzûya temâs etmek sûretiyle gerçekleştirir. Bu mevzûlar içinde bilhassa peygamberler ve onların gönderildikleri kavimlerle ilgili olarak anlatılan kıssalar ehemmiyetli bir yer teşkil eder. Bu kıssaları okuyan insanlar, Allâh’ın râzı olduğu peygamberlerle sâlihlerin kavuştukları nimetler ve Cenab-ı Hakk’a isyan eden kâfir ve zâlim güruhun helâkı hakkında pek çok mâlûmât sahibi olacak ve istikâmet ehli olarak hayatını tanzim edeceklerdir. KUR’AN-I KERİM’İ EN İYİ ANLAYANLAR Kur’ân-ı Kerim’de zikrolunan peygamberlere aid bu kıssalardan yeterince istifade edebilmek için, insanın iç âlemini de buna hazırlaması gerekmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, âyetlerin derûnî mânâları üzerinde düşünmemenin, kalplerdeki kilitten kaynaklanabileceğini şöyle beyân eder “Onlar, Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa, kalplerinde kilitler mi var?” Muhammed, 24 Âyet-i kerîmenin muhtevâsına göre, Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak, kavramak, hissedip duyabilmek ve esrârına vâkıf olabilmek için selîm bir kalbe ihtiyaç vardır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, esrârını ancak selîm bir kalbe göre açar. Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük müfessiri Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem olduğu için bütün hadîs-i şerîfler, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri mâhiyetindedir. Hazret-i Peygamber’den sonrakiler arasında en büyük ve gerçek müfessirler, ilmi ile âmil olup Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in kalbî hayâtından hisse alan âlim evliyâullâhdır. Nitekim bu husûsta Mevlânâ hazretleri şöyle buyurur “Kur’ân-ı Kerim’i en iyi anlayanlar, onu yaşayanlardır.” Kesâfetle buğulanmış ve kararmış kalblerin Kur’ân-ı Kerîm’den alacağı hiçbir şey yoktur. Nitekim İslâm’ı araştıran batılı müsteşriklerde, zâhirî ilim olup kalbî hayât olmadığı için Kur’ân onlara hidâyet vermez ve esrârını açmaz. Allâh Teâlâ buyurur “…Onlar, bütün mûcizeleri görseler de îmân etmezler! Doğru yolu görseler de yol edinmezler! Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gâfil olmalarından ileri gelmektedir.” el-A’râf, 146 KUR’AN AHLAKI İLE AHLAKLANIN Kur’ân okumaktan maksad, onun ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Nitekim Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin vefatından sonra, Hazret-i Âişe’ye onun ahlâkını sorduklarında “–Onun ahlâkı Kur’ân’dan ibâretti.” Müslim, Müsâfirîn 139; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 2 buyurmuştur. Kur’ân’sa, ahlâk bakımından insanı melekten üstün kılmaya âmil hükümler ihtivâ etmektedir. Hazret-i Mevlânâ, zikredilen beyitlerinde, anlayarak Kur’ân okumanın Hazret-i Peygamberin ahlâkı ile ahlaklânmayı te’mîn edeceğini ifade buyurmaktadır. Kur’ân’daki ahlâk, Peygamber Efendimizin lisanında; “ilâhî ahlâk” tâbir edilmiş ve o muazzez varlık ümmetine, “Allâhu Teâlâ’nın ahlâkı ile ahlâklanınız!” Münâvî, et-Teârîf, s. 564 buyurmuştur. İbn-i Abbas’ın şu kıssası, Kur’ân ahlâkına ne güzel bir misaldir. Adamın biri, İbn-i Abbâs’a çirkin sözler söyledi. İbn-i Abbâs radıyallâhu anh ise sükût etti. Adam hayretler içinde, İbn-i Abbâs’a niçin mukâbele etmediğini sordu. İbn-i Abbâs da “–Bende üç haslet var ki, bunlar sana cevap vermeme mânîdir.” buyurdu ve o hasletleri şöyle sıraladı “–Birincisi, Allâh’ın Kitâbı’ndan bir âyet okunduğunda; keşke bütün insanlar, benim şu duyduğumu bilseler, diye temennî ederim. İkincisi, Müslüman bir hâkimin adâleti tevzî ettiğini duyunca çok sevinirim. Hâlbuki, o hâkimle hiçbir maddî-mânevî alâkam yoktur. Ben, sadece İslâm’ın güzellikleri neşrolunduğu ve adâlet tevzî olunduğu için sevinirim. Üçüncüsü, Müslümanların beldesine yağmur yağınca da çok sevinirim, hâlbuki o beldede ne otlayan bir hayvanım, ne de bir arâzim vardır. Zîrâ din kardeşlerimin sevinci, beni mes’ûd etmeye yeter. Benim gönlüm bu hâldeyken, sana cevap vererek nasıl olur da bir Müslüman gönlünü incitebilirim!.. dedi.” Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. IX, s. 284 Kaynak Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
Gazali'ye göre akıl göz gibi bir alettir. Onun görmesi için "Tevfik-i İlahi" denilen ilimle hayatlanmış ve "Vahy-i İlahi" denilen güneşle ona medet verilmiş olmalıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve Allah'ın insana bahşettiği en büyük nimet ise akıldır. İnsanın karanlık olan hayat yolunu aydınlatan akıl hakkında 22 ayet… Giriş Tarihi 0930 Güncelleme Tarihi 0934 1 22 Onlara, "İnsanların inandıkları gibi siz de inanın" denildiğinde ise, "Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?" derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. Bakara Suresi 13. ayet 2 22 "Onlara, Allah neyi indirdiyse ona uyun dendi mi dediler ki Hayır, biz atalarımız neye uyduysa ona uyarız. İyi ama atalarınızın aklı bir şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne olacak?" Bakara Suresi 170. ayet 3 22 "İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli haykıran bir hayvanın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler." Bakara Suresi 171. ayet 4 22 "Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir" dedi Musa. Şuarâ Suresi 28. ayet 5 22 "Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun konusu edinirler. Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır." Mâide Suresi 58. ayet
10/4- Hepinizin dönüşü ancak onadır. Allah bunu bir gerçek olarak vadetmiştir. Şüphesiz o başlangıçta yaratmayı yapar sonra, iman edip salih ameller işleyenleri adaletle mükafatlandırmak için onu yaratmayı tekrar eder. Kafirlere gelince, inkar etmekte olduklarından dolayı, onlar için kaynar sudan bir içki ve elem dolu bir azap vardır. 10/44- Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler. 10/47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği tebliğini yaptığı zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/54- O gün zulmetmiş olan herkes, eğer yeryüzündeki her şeye sahip olsa, kendini kurtarmak için onu fidye verir. Azabı gördüklerinde, için için derin bir pişmanlık duyarlar. Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir. 11/100- Ey Muhammed! Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de. 11/101- Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince Allah’ı bırakıp da taptıkları ilahları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. İlahları onların sadece ziyanlarını artırdı. 11/111- Şüphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir. Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. 11/117- Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helak etmez. 16/111- Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün. 16/118- Daha önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz bununla onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. 16/33- O kafirler kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. 17/71- Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. O gün her kime kitabı sağından verilirse işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa 13 18/49- Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. 19/60,61- Ancak tövbe edip inanan ve salih amel işleyenler başka. Onlar cennete, Rahmân’ın, kullarına gıyaben vaad ettiği “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz onun va’di kesinlikle gerçekleşir. 2/281- Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır. 20/112- Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan. 21/47- Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. Yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. 22/10- Ona, “İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah kesinlikle kullara zulmedici değildir” denir. 23/62- Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar. 26/208- Biz hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helak etmedik. 26/209- Bu bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz. 28/58- Biz nimetler içinde şımaran nice memleket halkını helak etmişizdir. İşte kendilerinden sonra içlerinde pek az oturulmuş yurtları! O yurtlara biz varis olduk, biz. 29/39- Kârûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helak ettik. Andolsun, Mûsâ kendilerine apaçık mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa bizi geçip azabımızdan kurtulamazlardı. 29/40- Bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. 3/108- İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetlerdir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez. 3/117- Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar. 3/161- Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir. 3/182- “Bu, kendi ellerinizin önceden yapıp gönderdiklerinin karşılığıdır.” Allah, kullara asla zulmedici değildir. 3/25- Bakalım, kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, halleri nice olacaktır. 34/25- De ki “Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin işlediklerinizden de biz sorumlu tutulmayız.” 34/26- De ki “Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O gerçeği apaçık ortaya koyan,2 hakkıyla bilendir.” 2 36/54- O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir. 39/69- Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap amel defterleri ortaya konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hüküm verilir. 39/75- Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış halde görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” denilmiştir. 4/124- Mü’min olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. 4/40- Şüphesiz Allah hiç kimseye zerre kadar zulüm etmez. Yapılan çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir. 4/49- Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez. 4/77- Daha önce kendilerine, “savaşmaktan ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.” 40/17- Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir. 40/20- Allah hak ve adâletle hükmeder. Allah’tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. 40/30-31- İman etmiş olan adam dedi ki “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah kullarına asla zulmetmek istemez.” 41/46- Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zerre kadar zulmedici değildir. 45/22- Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez. 46/19- Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Bu da Allah’ın onlara yaptıklarının karşılığını tastamam vermesi içindir. Aslâ kendilerine haksızlık yapılmaz. 50/29- “Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.” 6/160- Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez. 75/17- Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir. 75/31- O, Peygamberi doğrulamamış, namaz da kılmamıştı. 8/50- Melekler, kafirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “haydi tadın yangın azabını” diyerek canlarını alırken bir görseydin. 8/51- Ey kafirler! Bu, sizin ellerinizin önceden yaptığının karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir. 8/60- Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez. 9/70- Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. Ama inanmadılar Allah da onları cezalandırdı. Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı. 99/6- O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. 99/7- Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. 99/8- Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.
allahin adaleti ile ilgili ayetler