Çamur Trailer. Directed by. Derviş Zaim. Turkey, Cyprus, 2003. Drama, Comedy. 97. Synopsis. Four 40-something friends are haunted by the violent past of a divided Derviş Zaim’in ismini 1996 yılında Tabutta Rövaşata filmi ile tanıdık. Aradan geçen 5 yıl sonra Filler ve Çimen filmi, 1 yıl sonra Paralel Yolculuklar, 2 yıl sonra Çamur, 3 yıl sonra Cenneti Beklerken filmi ile adeta hayran olduk. Birbirindenözel filmler, diziler, programlar ve belgeselleri izlemeye başlamak için şimdi ücretsiz üye ol. IOS ve Android uygulamaları için kodu tarayın TRT İzle’yi televizyonuna da Derviş Zaim imzalı ‘Flaşbellek’ vizyona giriyor. Suriye’deki savaşın iç yüzünü yansıtan Derviş Zaim imzalı “Flaşbellek” bu hafta sinemaseverlerle buluşacak. Bu hafta altısı yerli 10 film sinemaseverlerle buluşacak. Katıldığı birçok festivalden ödülle dönen, TRT ortak yapımı “Flaşbellek” filminin yönetmen ve senaristliğini Derviş Zaim üstlendi BüyükUmutlar Derviş Zaim zyXT9. İçeriğe geç “Bu mekân bir arıtma tesisi. Türk ve Rum taraflarının kanalizasyonları burada arıtılıp temiz su haline geliyor, sonra tarıma veriliyor. Birbirinden nefret eden iki toplumun dışkısı temizleniyor dışarıdaki havuzlarda” Şifalı çamur ve her biri yaralı karakterler üzerinden anlatılan bir Kıbrıs hikâyesi. Derviş Zaim’in “Tabutta Rövaşata” ve “Filler ve Çimen” filmlerinden sonra çektiği ve filmografisinin üçüncü filmi olan bu çalışma yönetmenin Kıbrıs üzerine eğildiği ilk filmi aynı zamanda. 2010 yılında “Gölgeler ve Suretler” ile tekrar ele alacağı konu burada her biri kendi yaralarının şifasını arayan karakterler üzerinden anlatılıyor bize. Metaforlar, gerçeküstücü öğeler ve hatta kara türünden bir mizah hikâye boyunca karşımıza gelirken, Zaim’in Türkiye-İtalya ortak yapımı olarak çekilen bu filmi bir türlü kendisini tam anlamı ile toparlayamıyor ve yönetmenin kariyerindeki diğer çalışmalarının gerisinde kalıyor. Derviş Zaim’e ait olan senaryo bir süreklilik gösteremiyor havası veriyor ama bunun temel nedeni Zaim’in sahneleri kurgulama biçimi daha çok. Kıbrıslı olan yönetmenin kendisi için özel bir hassasiyeti olan konuyu sinemalaştırırken sembolizmin dozunu yeterince ayarlayamaması ve zaman zaman metaforların hikâyenin önüne geçmesine engel olamaması filme zarar vermiş açıkçası. Yine de ilginç konusu, yıllardır çözülemeyen ve çözülecek gibi de görünmeyen bir sorunu o sorunun yaraladığı insanlar üzerinden ele alan hümanizmi ve Feza Çaldıran’ın görüntüleri ile ilgiyi hak ediyor. Derviş Zaim kendine özgü bir sinemacı ve Türk sinemasının en kabasına kadar uzanmaktan çekinmeyen popüler filmleri ile “sanat” sineması filmleri kalıplarının dışında kalarak kendi açtığı bir yoldan ilerliyor taviz vermeden. Bu filmi ile yine o kendine ait yoldan ilerliyor ama ne yazık ki belki de filmografisinin tek yeterince güçlü olmayan zayıf kelimesini hak etmiyor film eseri karşımızdaki. Filmi seyrettiğinizde aklınızda kalanlar temel olarak semboller ve metaforlar, Feza Çaldıran’ın kamerasından bize yansıyan geniş açılı ve daha sonra Zaim’in “Nokta” filminde de benzerini göreceğimiz etkileyici görüntüler ve her biri yaralı karakterler oluyor. Ne var ki tüm bunlar filmi bütünsel bir başarıya ulaştırmakta yeterli olamıyor. Aslında Zaim’in senaryosu savaşın ikiye böldüğü bir adada, geçmişte yaşananlarla yüzleşemeyen iki toplumun acılarını anlatırken kimi dikkat çekici öğelere sahip; örneğin İsviçreliler’in sponsorluğu ile başlatılan yüzleşme projesi hayli ilginç. Bu proje savaş nedeni ile evlerini terk etmek zorunda kalan Türk ve Rum bireylerin heykellerini şimdi başkalarının oturduğu o evlere göndermelerini ve bu şekilde “geriye dönmelerini” öngörüyor. Bu proje yolunda gitmeyince heykelleri evlerine alanlar hainlikle suçlanıp tehdit ediliyor çünkü, heykellerin yerini erkeklerin spermleri alıyor. Başka ilginç öğeleri de var filmin. Hiç konuşmayan ve hikâye ilerledikçe yavaş yavaş sesi çıkmaya başlayan adamın sessizliği Kıbrıs’ın her iki toplumundaki acıların ve evini yitirmişliğin neden olduğu bir travmanın sembolü olarak ilgi çekici. Eski bir Roma efsanesinden esinlenerek toprağa çamura gömülen heykeller, savaşta öldürdüğü insanların travmasını hâlâ üzerinden atamamış olan bir adamın denize gömdüğü heykeller ve aynı adamın cinayeti işlediği alandan duyduğu korku vs. Bir de elbette filme adını veren ve şifa verdiğine inanılan çamur var. Hikâye çamurun kendisini ve şifa sağlayıcılığını da bir metafor olarak kullanıyor, özellikle de o alanın sivillere yasaklanması ve askerlerce korunması üzerinden. Bütün bunların üzerine tarihi eser kaçakçılığı ve hatta yapay döllenme gibi unsurlar da eklenince, hikâye sık sık hem sembolizm içinde boğuluyor hem de odağını ve dolayısı ile etkileyiciliğini kaybediyor zaman zaman. Kıbrıslı müzisyen Koulis Theodorou ve ünlü ABD besteci Michael Galasso’ya ait olan orijinal müzikler başarılı ama Zaim’in bu müzikleri kullanış biçimi sanki her boşluğu doldurmayı hedefleyen yoğun kullanım ve örneğin birkaç sahnelik bir kışla sahnesi için bile marş ritminde kısa bir besteye verilmesi bir parça sorunlu görünüyor. Senaryonun hikâyeyi ilerletmek için kimi zorlama yanlara sahip olmasını örneğin nöbet tutan askerin Kıbrıs gibi bir yerde su ihtiyacı hiç düşünülmemiş olsa gerek ki kuyudan su çekmek zorunda kalması ve Çaldıran’ın filmin fantastik havasını başarı ile yansıtan görüntülerinin filmin geri kalanındaki daha “normal” görüntlülerle hedeflenmemiş bir zıtlık yaratmasını da ekleyelim bu sorunlu tercihlere. Oyunculardan öne çıkan isimler Yelda Reynauld ve filmin büyük kısmında karakterinin sessizliği nedeni ile mimikleri ve vücut dili ile oynayan Mustafa Uğurlu olmuş ama onların başarısı da filmin başarı seviyesi ile sınırlanmış görünüyor. “Fango” Visited 650 times, 4 visits today Yazı dolaşımı İçeriğe geç “Bu mekân bir arıtma tesisi. Türk ve Rum taraflarının kanalizasyonları burada arıtılıp temiz su haline geliyor, sonra tarıma veriliyor. Birbirinden nefret eden iki toplumun dışkısı temizleniyor dışarıdaki havuzlarda” Şifalı çamur ve her biri yaralı karakterler üzerinden anlatılan bir Kıbrıs hikâyesi. Derviş Zaim’in “Tabutta Rövaşata” ve “Filler ve Çimen” filmlerinden sonra çektiği ve filmografisinin üçüncü filmi olan bu çalışma yönetmenin Kıbrıs üzerine eğildiği ilk filmi aynı zamanda. 2010 yılında “Gölgeler ve Suretler” ile tekrar ele alacağı konu burada her biri kendi yaralarının şifasını arayan karakterler üzerinden anlatılıyor bize. Metaforlar, gerçeküstücü öğeler ve hatta kara türünden bir mizah hikâye boyunca karşımıza gelirken, Zaim’in Türkiye-İtalya ortak yapımı olarak çekilen bu filmi bir türlü kendisini tam anlamı ile toparlayamıyor ve yönetmenin kariyerindeki diğer çalışmalarının gerisinde kalıyor. Derviş Zaim’e ait olan senaryo bir süreklilik gösteremiyor havası veriyor ama bunun temel nedeni Zaim’in sahneleri kurgulama biçimi daha çok. Kıbrıslı olan yönetmenin kendisi için özel bir hassasiyeti olan konuyu sinemalaştırırken sembolizmin dozunu yeterince ayarlayamaması ve zaman zaman metaforların hikâyenin önüne geçmesine engel olamaması filme zarar vermiş açıkçası. Yine de ilginç konusu, yıllardır çözülemeyen ve çözülecek gibi de görünmeyen bir sorunu o sorunun yaraladığı insanlar üzerinden ele alan hümanizmi ve Feza Çaldıran’ın görüntüleri ile ilgiyi hak ediyor. Derviş Zaim kendine özgü bir sinemacı ve Türk sinemasının en kabasına kadar uzanmaktan çekinmeyen popüler filmleri ile “sanat” sineması filmleri kalıplarının dışında kalarak kendi açtığı bir yoldan ilerliyor taviz vermeden. Bu filmi ile yine o kendine ait yoldan ilerliyor ama ne yazık ki belki de filmografisinin tek yeterince güçlü olmayan zayıf kelimesini hak etmiyor film eseri karşımızdaki. Filmi seyrettiğinizde aklınızda kalanlar temel olarak semboller ve metaforlar, Feza Çaldıran’ın kamerasından bize yansıyan geniş açılı ve daha sonra Zaim’in “Nokta” filminde de benzerini göreceğimiz etkileyici görüntüler ve her biri yaralı karakterler oluyor. Ne var ki tüm bunlar filmi bütünsel bir başarıya ulaştırmakta yeterli olamıyor. Aslında Zaim’in senaryosu savaşın ikiye böldüğü bir adada, geçmişte yaşananlarla yüzleşemeyen iki toplumun acılarını anlatırken kimi dikkat çekici öğelere sahip; örneğin İsviçreliler’in sponsorluğu ile başlatılan yüzleşme projesi hayli ilginç. Bu proje savaş nedeni ile evlerini terk etmek zorunda kalan Türk ve Rum bireylerin heykellerini şimdi başkalarının oturduğu o evlere göndermelerini ve bu şekilde “geriye dönmelerini” öngörüyor. Bu proje yolunda gitmeyince heykelleri evlerine alanlar hainlikle suçlanıp tehdit ediliyor çünkü, heykellerin yerini erkeklerin spermleri alıyor. Başka ilginç öğeleri de var filmin. Hiç konuşmayan ve hikâye ilerledikçe yavaş yavaş sesi çıkmaya başlayan adamın sessizliği Kıbrıs’ın her iki toplumundaki acıların ve evini yitirmişliğin neden olduğu bir travmanın sembolü olarak ilgi çekici. Eski bir Roma efsanesinden esinlenerek toprağa çamura gömülen heykeller, savaşta öldürdüğü insanların travmasını hâlâ üzerinden atamamış olan bir adamın denize gömdüğü heykeller ve aynı adamın cinayeti işlediği alandan duyduğu korku vs. Bir de elbette filme adını veren ve şifa verdiğine inanılan çamur var. Hikâye çamurun kendisini ve şifa sağlayıcılığını da bir metafor olarak kullanıyor, özellikle de o alanın sivillere yasaklanması ve askerlerce korunması üzerinden. Bütün bunların üzerine tarihi eser kaçakçılığı ve hatta yapay döllenme gibi unsurlar da eklenince, hikâye sık sık hem sembolizm içinde boğuluyor hem de odağını ve dolayısı ile etkileyiciliğini kaybediyor zaman zaman. Kıbrıslı müzisyen Koulis Theodorou ve ünlü ABD besteci Michael Galasso’ya ait olan orijinal müzikler başarılı ama Zaim’in bu müzikleri kullanış biçimi sanki her boşluğu doldurmayı hedefleyen yoğun kullanım ve örneğin birkaç sahnelik bir kışla sahnesi için bile marş ritminde kısa bir besteye verilmesi bir parça sorunlu görünüyor. Senaryonun hikâyeyi ilerletmek için kimi zorlama yanlara sahip olmasını örneğin nöbet tutan askerin Kıbrıs gibi bir yerde su ihtiyacı hiç düşünülmemiş olsa gerek ki kuyudan su çekmek zorunda kalması ve Çaldıran’ın filmin fantastik havasını başarı ile yansıtan görüntülerinin filmin geri kalanındaki daha “normal” görüntlülerle hedeflenmemiş bir zıtlık yaratmasını da ekleyelim bu sorunlu tercihlere. Oyunculardan öne çıkan isimler Yelda Reynauld ve filmin büyük kısmında karakterinin sessizliği nedeni ile mimikleri ve vücut dili ile oynayan Mustafa Uğurlu olmuş ama onların başarısı da filmin başarı seviyesi ile sınırlanmış görünüyor. “Fango” Visited 646 times, 4 visits today Yazı dolaşımı Özet Ahmet Suriye’de Esad rejiminin bir askeridir. Savaş esnasında boğazından yara almış; konuşma yetisini kaybedince rejim tarafından geri hizmete alınmış, bir depoya fotoğrafçı olarak yerleştirilmiştir. Orası rejim tarafından öldürülen muhaliflerin cesetlerinin fotoğraflandığı ve her türlü kaydın dosyalandığı gizli bir askeri merkezdir. Ne var ki, orada gördükleri karşısında vicdan azabı duymaya başlar. Sonunda depoda dönen insanlık suçlarının açığa çıkarılması gerektiğini düşünmeye başlar. Depoda çok sıkı korunan işkence edilmiş insan fotoğraflarını gizlice bir flaşbelleğe kaydeder. Depodan çıkarır. Artık iş bu flaşbellekteki fotoğrafları Suriye dışına kaçırıp kamuoyuna bilinir kılmaktan geçmektedir. Nitekim flaşbellekten üç adet daha yedekler. Onları evine ve etraftaki bir yıkıntıya saklar, bir tanesini yanına alır. Karısı Leyla ile beraber rejimin kontrol edemediği tarafa geçmek sonra da Türkiye’ye sığınmak için yola koyulur. Ancak yolda karısı ile beraber bir IŞİD çetesinin eline düşerler. Ahmet yanında taşıdığı flaşbelleğin IŞİD üyeleri tarafından üstünde bulunmasını istemez. Esir alınmadan önce gizlice yolun kenarına bırakır. IŞİD grubunun esirleri tuttuğu kampta onlardan başka bir genç kadın ve öksüz bir çocuk esir vardır. IŞİD mensupları Ahmet’ten karısının serbest kalması için fidye getirmesini isterler ve kırk sekiz saat mühlet verirler. Ahmet dünyada en son gitmesi gereken yere, Esad rejiminin hükmettiği bölgeye geri döner. Amacı karısını kurtaracak fidye parasını bulmaktır. Öncelikle yedek flaşbelleği almak için evine gider. Ev yıkılmıştır. Bunun üzerine öteki belleği sakladığı yıkıntıya bakar. O esnada onu arayan polis yıkıntıya baskın yapar. Güçbela polisten kaçar. İzini kaybettirir. Para bulmak için depoda beraber çalıştığı ahlaksız, rüşvetçi bir doktorun evine gider. Doktordan zorla para alır. Artık sıra, zaman dolmadan IŞİD’in kampına dönmesi ve karısını kurtaracak fidyeyi onlara vermesine gelmiştir. Bu karmaşa içinde flaşbelleğin yedeklerini bulmaktan umudunu kesmiştir. Bu esnada IŞİD grubunun elinde rehin olan Leyla sabırsızlıkla Ahmet’i beklemektedir. Beklerken de kendi derdini bir yana bırakıp onunla birlikte esir tutulan Şeza adlı kıza ve küçük oğlan çocuğuna moral vermeye çalışır. Ancak IŞİD grubu Şeza’ya tecavüz etmektedir. Baskıya dayanamayan genç kadın intihar eder. Leyla sarsılmasına rağmen çocuğu yaşadığı şoktan korumaya çalışır. Ahmet neden sonra Işid’in karısını rehin tuttuğu yere döner. Çetenin başındaki Musa Leyla’yı serbest bırakır. Leyla küçük çocuğu Türkiye’ye götürmek ister. Ama IŞİD grubu çocuğu serbest bırakmak için büyük miktarda para talep eder. Karı koca çocuğu alamadan çaresiz Türkiye’ye doğru güç bela yola devam ederler. Türkiye’de bulunan Suriye’lilerin kaldığı bir göçmen kampına yerleşirler. Leylanın aklı, Suriye’de IŞİD’in elinde rehin kalmış olan kimsesiz küçük oğlanın Türkiye’ye getirilmesinde kalmıştır. Ahmet oğlanı almak için Suriye’ye tek başına gitmeye karar verir. Yönetmen Görüşü Suriye’deki insanlık dramı, yarım milyonu aşan ölüme rağmen şiddetini koruyarak devam ediyor. Bu proje, ülkede akan kanı durdurmak için kendi hayatını riske atan bir adamı konu ediniyor. Flaşbellek filminin kahramanı, vicdanına karşı yerine getirmesi gereken borç ile kendi hayatını korumak arasında seçim yapmak zorundadır. Yunan tragedyalarına benzeyen bir ikilemde kalan kahraman, seçimini insanlık onurunu korumak yönünde yapar ve şahit olduğu suçu kamuoyuna duyuracak eylemini gerçekleştirir. Hareketinin sonucunda ne olacağı belirsizdir. Ama sonuç hemen belirmese dahi niyetinin ahlaki saflığı, ruhunun azaptan kurtulmasına yardım edebilecektir. Ahmet karakterinin bu hikayede karşı karşıya kaldığı Yunan tragedyalarını andıran bu keskin ikilemin sadece Suriye halkının değil, insanlığın meselelerinden biri olmaya devam ettiğini düşünüyorum. Flaşbellek bu manada evrensel bir hikaye anlatmakta, insanlık onurunu korumaya çalışmanın bedelini göstermektedir. Hikaye gerçek bir olaydan esinlenmiş ama esinlenilen olay, başka gerçek hikayeler ve kurgusal ögelerle zenginleştirilmiştir. Flaşbellek’te Suriye’de yaşananlar ele alınırken konuya olabildiğince soğukkanlı ve mesafeli biçimde yaklaşılmaya gayret edilmiştir. Tüm bu nedenlerle Flaşbellek, derin, taze, insan onurunu öne çıkarmayı amaçlayan, olayları geniş bir perspektiften ele alma amaçlı, kuşatıcı kalmaya çaba sarfeden bir projedir. Flaşbelleğin Sürece Muhtemel ve Mütevazi Katkısı Projenin kısa vadede Suriye savaşının nedenlerini, orada yaşanan insani trajedinin boyutunu göz önüne sererek, hem konunun gündemde kalmasına, hem de konuya dair duyarlılık ve farkındalık yaratılmasına katkıda bulunabileceğini düşünüyorum. Uzun dönemde ise Suriye halkı konusunda oluşan uluslararası medya algısının oryantalist klişelerden arındırılması konusunda küçük de olsa etkin olmasını umuyorum. Uluslararası medya, Ortadoğu ve İslam coğrafyasına mensup halkları ekrana taşırken genellikle basmakalıp yargı ve klişelere boğulmuş bir temsil biçimini yeğlemektedir. Flaşbellek Arap ve İslam coğrafyasının halklarını, kendi ayakları üzerinde duran, kaderi için karar alıp eyleme geçebilen tipler olarak temsil etmektedir. Açıkçası film, bu coğrafya insanını sürekli aciz durumda ve yardıma muhtaç halde çizmektense daha insani bir algının yaratılması adına eyleyen özneler biçiminde temsil ederek olumlu bir algının yaratılmasına katkıda bulunmaktadır. Flaşbellek’in Aynı Konuda Yapılan Suriye Filmlerinden Farkı Flaşbellek projesinin, savaşın başlamasından sonra üretilmiş Suriye ile ilgili diğer filmlerden ayıran birkaç özelliği bulunmaktadır. Film, daha evvel yapılanlardan farklı olarak sadece savaştan kaçmak zorunda kalan göçmenlerin dramına eğilmemektedir. Göçmenlerin dramına değinmekte ama onun yanı sıra başka bir konuya da el atmaktadır. Savaşın kendisine, olayların nasıl başlamış olabileceğine, Suriye’de ne gibi insani durumların, dramların yaşanmış olabileceğine değinmektedir. Bu, Flaşbellek’i şu ana dek yapılmış olan göçmen temalı diğer filmlerin çoğunluğundan ayırdeden bir özelliktir. İkincisi, Flaşbellek, herkesin neredeyse herkesle savaştığı, vahim bir şiddet atmosferinde süren savaş hikayelerini, olabildiğince geniş bir sosyal panorama çizerek birbirine entegre etmektedir. Esad rejimi, Özgür Ordu, IŞİD, Hristiyanlar, Ezidiler, Kürtler, Araplar, Nusayriler, Türkmenler bu yolculukta karşımıza çıkan unsurların bazılarıdır. Bu nedenle yapıt, geniş bir alana yayılan karakterizasyon, olay, durum, atmosfer sergileme niteliğine sahiptir. Üçüncüsü, Flaşbellek Arap topraklarına ve Ortadoğu’ya ait geleneksel bir kültürel mirastan, Binbir Gece Masallar’ından faydalanmaktadır. Masalların yapısını ve karakterizasyonunu ödünç alıp onları sinema sanatı için tekrar yorumlamaktadır. Bunu yaparken onların varlıklarını mümkün olduğunca seyirciye hissettirmemeye çalışarak ana hikayeye yerleştirmektedir. Tarih ve kültürün yağmalandığı bir çağda, bölgenin mitlerinden, masallarından yararlanma çabası yaşadığımız talihsiz coğrafyanın kültürüne saygı gösterisidir. Sayılan nedenlerle film, zavallı, çaresiz, başkalarına muhtaç, ilkel, arkaik, geri kalmış Ortadoğu Halkları’ klişesine katkıda bulunan yeni bir oryantalist bir film değildir. Aksine zengin bölge kültürünü temel alarak, oryantalist klişeleri kırmaya yönelmektedir. Siyah Beyaz Değil, Gri, Çelişkili, İnsani, Değişebilen Karakterler Flaşbellek’te, derinliği ve nüansları olan, çelişkili, değişebilen insani karakterler yaratılmaya çalışılmıştır. Karakterlerin kendi içlerinde ve aralarındaki inişli çıkışlı ilişkilerde iyi ve kötü özellikleri aynı anda barındırmaları, onlara insani bir taraf, çelişki ve derinlik katmaktadır. Kötü bir insan olan Patolojist bile Ahmet’e yeri geldiğinde iyi davranmaya çalışan birisidir. Benzer biçimde, Işid grup lideri Musa, tüm zalimliğine ve kötülüğüne rağmen terkettiği küçük oğluna aile fotoğrafı ulaştırmaya çalışan bir baba olarak gösterilir. Bu manada filmde siyah beyaz çizilmiş, karton karakterler yaratılmamaya gayret sarfedilmiştir. Güçlü Kadın Karakterler Flaşbellek’teki özellikle ana kadın karakter, Ortadoğuyu konu edinen bazı filmlerde yapılanların aksine çaresiz ve güçsüz olarak çizilmemiştir, kendi özgürlüğünü yaratan, güçlü bir kadın kimliği ile temsil edilmeye çalışılmıştır. Değişebilen Karakterler Ahmet ve karısı filmin başında ürkektirler. Ancak şahit oldukları korkunç olaylar, onlara insanlık onuru adına eyleme geçmeleri gerektiğini fısıldar. Yavaş yavaş değişirler. Sürükleyici bir yolculuk içinde onları saran zalim bir dünyaya karşı kurtuluş umutlarını korumaya çalışırlar. Karakterler yolculuklarının ortasında en azından bir çocuğu savaştan kurtarmanın derdine düşerler. O çocuk, Binbir Gece Masalları’nın yapısındaki gibi hikaye sonunda görevini yapan kahramanlara verilen bir armağana dönüşecektir. Ahmet’in Suskunluğu Filmde konuşamayan Ahmet karakterini, Suriye halkının yaşadıklarını simgeleyen bir ülke mecazı olarak yorumlayanlar çıkabilecektir. Öte yandan Ahmet’in konuşamaması kendisine Yunan tragedyalarındaki açmazların benzerini hazırlayacaktır. Kendisi ya susmalı, ya da ölümü göze alıp anlatmalıdır. Onun derinlerdeki amacı, kendi sesini tekrar bulmak, yani kendini ifade edebilen, eyleme girişebilen, kaderini belirleyen bir birey olabilmektir. Ahmet filmin finalinde ilk kez konuşmayı başarır, orada bir Suriyeli çocuğun katil olmasını engellemeye çalışır. Öte yandan kahramanın konuşamaması Flaşbellek’in sinema diline bir başka olanak daha sağlar. Ahmet derdini lafla anlatamadığı için görsel dramatizasyona ve Obama’nın sesinin kullanılmasındaki ironiye zemin hazırlar. Binbir Gece Masalları Karakterlerin IŞİD ile karşılaşmaları, Leyla’nın esirken yaşadıkları, Şeza’nın intiharı, Ahmet’in Türkiye’den Suriye’ye dönmeye kararı vermesi gibi hikayeler Binbir Gece Masalları’nı hatırlatacak biçimde hikayelerin hikayelerden doğması ve yan hikayelerin ana hikayenin içine bir babuşka bebeği gibi yerleştirilmesi’ olgusunu andırmaktadır. Bu sayede film, klasik sinemanın anlatı yapısına, Doğu geleneğinden katkı sunmaya çalışmaktadır. İkincisi, filmin masalların yapısından yararlanma gayreti, savaşın alabileceği sürreal durumları anlatmaya zemin sağlamakta, bu sayede hayat ile kurgu arasında birbirini etkileyen karşılıklı bir etkinin yaratılmasına etki etmektedir. Örneğin hayvanat bahçesine ait konvoyun bombalanması sonrasında kurtulup doğaya kaçan vahşi hayvanlar filmdeki gerçeküstü atmosfere bir hava katmakta, aynı zamanda savaşın korkunçluğuna da atıfta bulunmaktadır. Üçüncüsü, mit, masal ve geleneklerden faydalanma çabası, Arap kültürüne saygı duruşu anlamına gelmektedir. Dördüncüsü, masalların varlığı karakterleri zenginleştirmeye katkıda bulunmaktadır. Örneğin Flaşbellek’te hikayesini dış dünyaya anlatmak için çırpınan çağdaş bir Şehrazat, yani Ahmet karakteri vardır. Ama Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat’ın aksine Ahmet ironik biçimde konuşamamaktadır. Fakat bu sessizlik içinde bir umudu da barındırmaktadır. Bütün otoriter rejimler aslında bireylerin seslerini kısarlar, başka seslerle çevrelerler. Ahmet, Flaşbellek’in finalinde kısık sesle de olsa konuşmaya başlayabildiği için onu saran otoriter ses hapishanesinden kurtulabileceği umudunu uyandırır. Film finalinde her şeye rağmen bir umut havasını barındırmayı tercih eder. “Filler ve Çimen’den önce konusunu Kıbrıs’tan alan bir film yapmak istedim, olmadı. Filler ve Çimen’den sonra yarım kalan işi bitirmek istedim. Sadece okuduklarım ya da Kıbrıs’la ilgili anılarım rol oynamış değildir Çamur’un şekillenmesinde. Tutkuyla ve o tutkudan kurtulma çabası ile ilgili bir hikâye yapmayı düşünüyordum. Bir şeye bağlanmış, onunla güçlü bir bağı olan bir karakter yaratacaktım ve karakterin bağlandığı obje bana metaforik bir anlatım sağlayacaktı.” Göl vd. 2004 62-63 Derviş Zaim, filmografisinin üçüncü filmi Çamur’da, Filler ve Çimen’de yaptığı gibi daha önce değinilmemiş bir konuyu filmin arka planına yerleştirip karakterlerin psikolojik durumları ile Kıbrıs sorununu ele almaktadır. Kıbrıs doğumlu yönetmen kendi kişisel tarihini filmine yansıtmayı seçmiştir. Film, eleştirmenler tarafından sembollerin fazla kullanılmasından ötürü eleştiri alsa da, Türk sinemasında hakkında film yapılmamış önemli bir konuyu işlemesi sebebiyle Zaim’in çabası olumlu karşılanmıştır. Bellek, aidiyet, kimlik, kaos, şiddet ve iktidar kavramlarıyla hesaplaşmayı seven yönetmen; Çamur filminde hastalık, şifa, vatan, toprak, masumiyet, doğum, ölüm, suç, savaş, barış gibi kavramlar üzerinden anlatısını geliştirmektedir. Zaim, filmsel anlatısını geliştirmek için Sembolizm, Sürrealizm ve Gerçekçiliğe dair unsurları kullanmayı tercih etmiştir Özen, 2014 156. Yönetmen bu tercihinde en çok filme ismini veren “çamur” metaforunu kullanmaktadır. Filmin ana karakterleri Ali, Ayşe, Halil ve Temel için çamurun çağrıştırdığı anlam birbirinden farklıdır. Askerlik yaptığı sırada sebebi anlaşılamayan bir hastalığa yakalanan Ali iyileşmek için çamurdan şifa umar, Ayşe bebeğini çamurda kaybeder, Halil çamurdan çıkan bir heykeli satma uğruna canından olur, Temel ise en büyük pişmanlığını çamura gömer. Ana karakterlerin dışında kızının yumurtaları ile hamile kalan kadın ve çeşitli uzuvları olmayan yan karakterler içinde çamurun bir anlamı vardır. Bu sebeple filmde çamurun varlığının karakterler üzerindeki etkisi yadsınamaz, yönetmen hastalık-şifa, doğum-ölüm, suç-pişmanlık gibi birtakım zıtlıkları bu metaforu kullanarak aktarmaktadır. Filmde çamur iyilik ve kötülüğün kaynağı olarak kurulmaktadır. Tuz Gölü ve çamur ikisinin oluşturduğu kontrast zehri ve şifayı hem saklayan hem açık eden bir vasfa sahiptir. Bu ikili vasıf, filmde geçmişe dair bir sorgulamayı hatırlatır, geçmişi öğrenmek, geçmişle yüzleşmek, geçmişin bilincine sahip olmak bir sağlıklılık işaretidir Er, 2011 62-63. Bu anlamda hastalık metaforu da ön plana çıkmaktadır. Çamur’daki hastalığı yaşayan aslında Kıbrıs’tır. Ali’nin nedeni anlaşılamayan hastalığı, Kıbrıs sorununun açmazını da içinde barındırmaktadır. Ali’nin aniden ortaya çıkan hastalığında tıp çaresiz kalmış ve Ali kendi çabalarıyla iyileşme serüvenine başlamıştır. Kıbrıslılar da çaresiz bir hastalığa yakalanmış gibi ortada kalmışlardır. Konuşamayan Ali, Kıbrıs insanını simgelemektedir. Halkı hariç Kıbrıs hakkında herkes konuşmaktadır. Aslında bu durum bir adada sıkışmış, yok sayılan bir halkın kaotik durumudur Pösteki, 2005 51. Çamur’da Kıbrıs’ın simgesi yalnızca konuşamayan Ali değildir. Temel’in psikolojik olarak içinde bulunduğu hastalığı da yönetmen tarafından bilinçli bir şekilde “Kıbrıs’ı” anlatmada bir metafor olarak kullanılmıştır. Temel savaş sırasında intikam için iki Rum’u öldürüp cesetlerini çamura gömmüştür. Bu yüzden yıllardır kendi içinde bir vicdan muhasebesi yaşamaktadır. Yaşadığı bu ıstırabı iki halk arasında barışı sağlamak adına yaptığı enstalasyonlarla gidermeye çalışmaktadır. Temel’in bu çalışmaları geçmişi unutmak için çabalayan Kıbrıs halkını anlatmaktadır. Derviş Zaim, Çamur’da kullandığı hastalık metaforunun amacını şu sözlerle açıklamaktadır “Hastalığı bir metafor olarak seçerek bireyle toplum, bireyle tarih, bireyle mitler hususunda düşüncelerimi tartışmak istediğimi söylersem hata yapmamış olacağımı düşünüyorum. Ali’nin gizemli hastalığı sayesinde, derdini anlatamayan bir karakterin kendisi ile toplumla ve tarihle arasındaki ilişkileri irdelemeye çalıştım. Öteki karakterler de kendi hastalıkları ile olan ilişkileri çerçevesinde başkaları ile iletişim kurma motivasyonlarının altını çizen işleri sürdürmektedirler.” Derviş Zaim, filmde Ali karakteri üzerinden pek çok mesaj üretmektedir. Filmin açılış sahnesinde komutanın askerlerine her duruma karşı hazırlıklı olunması gerektiğini söyledikten sonra Ali’nin yere düşüp bayılması; Kıbrıs’da hala birtakım sorunların devam ettiğinin ilk belirtisidir. Koğuştaki yatağına ışığın gelmesini engellemek için pencereyi çarşafla örtmesi, hem Ali’nin hem de Kıbrıs’ın gerçeklerle yüzleşmeye hazır olmadığını göstermektedir. Televizyonda savaşa dair bilgilerin verildiği bir sahnede Ali’nin elindeki feneri açıp kapatması da tüm olumsuzluklara karşı Kıbrıs’taki barışa tutulmak istenen ışığı simgelemektedir. Çamur, 1974 Kıbrıs Savaşı sonrası kişilerde yaşanan travmaları anlatsa da doğrudan savaşa dair görüntüleri kullanmamaktadır. Yönetmen bu anlamda kurgu oyunları ile izleyiciye dolaylı yoldan karakterlerin iç dünyasını anlatmayı seçmiştir. Temel’in çamurda kavga eden köpekleri görmesiyle onun zihninde canlanan ve beyaz tuzun üzerine düşen kan damlaları bu duruma örnek gösterilebilir. Derviş Zaim, Çamur’da bu tarz örtük bir dil kullanması sebebiyle eleştirilmiştir. Ancak Genco 2004 10, filmin tutturmaya çalıştığı bir tarzın ve ritminin olduğundan bahsetmektedir. Filmde yakalanan bu tarz, iç gerilimlerle boğuşan karakterlerden ziyade oluşturulan başka unsurların özellikle gerçeküstü denilen anekdot ve görüntülerin daha fazla etkili olmasıyla yakalanmaktadır. Çamur filmi farklı alt metinlerle okunabilmektedir. Zaim bir röportajında filme dair farklı yorumların ve farklı okumaların filmin taşıdığı enerjiyi gösterdiğini belirtmektedir. Ona göre Çamur “bir yeniden doğuş” Öperli, Yücel, 2003 34 filmidir. Filmdeki Ayşe karakteri, kardeşi Ali’nin enstalasyon için verdiği spermleri ve bir başka kadının yumurtalıkları sayesinde hamile kalmaktadır. Suni döllenme ile soyunu devam ettirme isteği içerisinde olan Ayşe gelecek çizgisinde sembolik olarak konumlandırılmaktadır Pay, 2010 49. Çamur filminin farklı bir özelliği de film müziklerinin büyük bir özenle hazırlanması ve filmin diliyle müzik arasında ki ahengin bütünleştirici bir şekilde sunulmasıdır. Bu durumda Derviş Zaim’in Aşk Zamanı filminin müziklerini yapan müzisyen Michael Galasso ile çalışmasının etkisi büyüktür. Kısaca Derviş Zaim Kimdir? 1964 yılında doğan Derviş Zaim ya da tam ismiyle, Derviş Zaimağaoğlu, Türk sinemasının en başarılı auteur yönetmenlerinden biri. Yönetmenliğin yanı sıra yapımcılık da yapan Derviş Zaim, Boğaziçi ve Warwick Üniversitelerinde İşletme lisans ve Kültürel Çalışmalar yüksek lisans öğrenimi görmüştür. Ayrıca Hollywood Film Enstitüsü tarafından Londra’da düzenlenen bağımsız film yapımcılığı kursuna katılmıştır. Tabutta Rövaşata Ares Harikalar Diyarında Yazar kimliği geri planda olsa da Zaim, 1995 yılında yayımlanan Ares Harikalar Diyarında romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü kazanmıştır. Zaim’in aynı zamanda Odaklandığın Şey Gerçeğindir Türkiye Sineması, Alüvyonik Türk Sineması ve Uluslararası Kabul başlığını taşıyan bir makalesi de bulunmaktadır. Tabutta Rövaşata Derviş Zaim; yazdığı, yönettiği, polis rolünde yer aldığı ve yapımcılığını üstlendiği ilk filmi Tabutta Rövaşata’yı 1996 yılında çekmiştir. Hem Türkiye’de hem de yurtdışında çok sayıda ödüle layık görülen Tabutta Rövaşata’nın ödülleri Antalya Film Festivali, 1996, En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kurguİstanbul Film Festivali, 1997, Jüri Özel Ödülü, FIBRESCIAnkara Film Festivali, 1997, En İyi Erkek OyuncuOrhan Ariburnu Ödülleri, 1997, En İyi İkinci Film, Jüri Özel ÖdülüMontpellier Film Festivali, 1997, Jüri Özel Ödülü, Akdeniz Eleştirmenleri ÖdülüTorino Film Festivali, 1997, Jüri Özel Ödülü, Halk ÖdülüSelanik Film Festivali, 1997, Jüri Özel Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu ÖdülüAmiens Film Festivali, 1997, Netpac ÖdülüSan Francisco Film Festivali, 1997, En İyi FilmD’Annonay Film Festivali, 1998, En İyi FilmOuvres Film Festivali, 1998, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu Tabutta Rövaşata’dan Önce 1991 yılında, yönetmenliğini, kurgusunu ve senaristliğini yaptığı Kamerayı As isimli deneysel bir filme imza atan Zaim, 1993’de bir televizyon belgeseli olan Caminin Etrafındaki Taş’ı Rock around the Mosque çekmiştir. Filler ve Çimen Zaim’in ikinci uzun metraj filmi, 2001 yılında çektiği Filler ve Çimen oldu. Başarılı yönetmen, tüm filmlerinde olduğu gibi, Filler ve Çimen’in de senaristliğini, yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendi. Tabutta Rövaşata’da olduğu gibi yönetmen bu filmiyle de dünyanın dört bir yanında ödüller kazandı ve film, pek çok festivalde gösterildi. Paralel Yolculuklar Filler ve Çimen’den bir yıl sonra, Derviş Zaim ve Panicos Chrysanthou Paralel Yolculuklar ismini taşıyan bir belgesele imza attılar. Belgesel, Kıbrıs’ta yaşayan insanların paralel yaşamlarını anlatıyordu. Zaim, Paralel Yolculuklar’la Kutlu Adalı Basın Ödülü kazanmıştır. Filler ve Çimen Akamas Zaim ve Chrysanthou’nun birlikte çalıştığı bir sonraki yapımsa 2006 yılında seyirciyle buluşan Akamas oldu. Diğer Filmleri Derviş Zaim, 2003’de Çamur, 2007’de Cenneti Beklerken, 2008’de Nokta, 2011’de Gölgeler ve Suretler, 2012’de Devir ve 2014 yılında Balık isimli filmler çekmiştir. Zaim’in senaryosunu yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği filmlerinin neredeyse tamamı çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül kazanmıştır. Nokta Son Filmi Rüya Zaim’in 2016 yılında çektiği, şimdilik son filmi olan Rüya, Adana Film Festivali’nden En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle dönmüştür. Derviş Zaim, çeşitli üniversitelerin sinema bölümlerinde konuk akademisyen olarak ders vermektedir. Balık Not Listemizde yer alan bilgilerin büyük bir kısmı Derviş Zaim’in kişisel web sitesinden derlenmiştir. Bu içeriği beğendiniz mi? Bunun gibi daha fazla içerik üretebilmemiz için bize Patreon´da destek olun. 🙂

derviş zaim çamur filmi izle